Bu Blogda Ara

26 Nisan 2016 Salı

YALAN VE HILENIN ZARARLARI

Yalan ve hilenin zararları

Dinimizin ehemmiyetle üzerinde durduğu konulardan biri yalan söylemek olup katiyetle haram ve yasaktır.  Ancak, bir iki nokta istisnadır: Harp zamanında düşmana yalan söylenebilir. Zira harp hiledir. Sulh zamanında iki kişinin arasını düzeltmek için söylenebilir.

Yalan, gerçeğin karşıtı, kişinin doğruluktan ve dürüstlükten ayrılması, olmayan bir şeyi olmuş gibi göstermesi demektir. Hile ise, aldatma ve sahtekarlık anlamlarına gelir. Örneğin hasta olmadığı halde hastaymış gibi davranmak, bilmediği soruyu, kopya çekerek cevaplamak, ürünlerin içine sahte ve kalitesiz maddeler karıştırmak, gibi şeyler hiledir.

Yalan söyleyen ve hile yapan kişinin onur ve saygınlığı zedelenir. Böyle bir insanın çevresiyle barışık, sağlıklı ve özgüven içerisinde yaşaması mümkün değildir. Sürekli yalan söyleyen ve insanları aldatan kişinin toplumda saygın bir yerinin olması düşünülemez. Yüce Allah Kur’anı Kerim’de:


“Ey İman edenler! Allah’tan Korkun ve doğru söz söyleyin” (Ahzab 70)
“Yalan sözden kaçının” (Hac 30) buyurmuştur. Peygamberimiz de;
“Yalan kötülüğe, kötülük cehenneme götürür. İnsan yalancılık yapa yapa nihayet Allah katında yalancılardan yazılır” demiştir.

Bireyler arasında güven duygusunu ortadan kaldıran yalan ve hile; aileleri parçalayan, komşuluk ilişkilerini engelleyen toplumsal bir hastalıktır. Adaletin gerçekleşmesi için gerekli olan şahitlik kurumu, yalan yere yapılan şahitlikle zedelenir ve haklı ile haksızın ayırt edilmesi önlenir. Haklı hakkını alamaz, suçlu da cezalandırılamaz. Bu gibi durumlar toplumda huzursuzlukları artırdığı gibi, bir çok suçsuz insanın da sıkıntıya düşmesine neden olur.

Yalancı küçük bir çıkar için, başkalarına yalan söyleyerek onları aldatır. Böylece hem kendi onur ve saygınlığını zedeler hem de başkalarına zarar vermiş olur. Yalan söyleyen kişi kendisine olan saygı ve güvenini yitirir. İçinde gizlediği gerçek, sürekli onu rahatsız eder.

Yalan söylemenin çeşitli nedenleri vardır. Bazı yalancılar bir çıkar sağlamak veya birilerini korumak için yalan söylerler. Bazıları ise övünmek veya önemli olduklarını anlatmak için yalan söylerler.

Özü sözü doğru olan, inancının gereğini yerine getiren insanlar toplum tarafından sevilirler. Yalancılar ise toplumun huzurunu kaçırırlar. Toplumda güven duygusunun zedelemesine neden oldukları için hiç kimse tarafından sevilip sayılmazlar. Yalan yere yemin etmek ise yalana Allah’ı şahit göstermek olduğundan çok daha büyük bir günahtır.



İslam’ın kurallarına uymak isteyen bir kişi kesinlikle yalanın ve hilenin her çeşidinden uzak durmalıdır. Kendisi ve yakınlarının zararına bile olsa hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamalıdır. Doğruluğun ödülünün mutlaka Allah tarafından verileceğine inanmalıdır. Aile yaşamında, ticarette, memurlukta, idarecilikte, devlet ve ulus hizmetinde, kısacası toplumun her kesiminde insanların birbirlerine karşı doğru ve dürüst olması herkes için bir görevdir. İnsanlar arasında güvensizlik meydana getirecek bir davranış olan yalan ve hileden kaçınmalı ve uzak durmalıyız.

OLİMPİYAT NEDİR?

Olimpiyat nedir?
Olimpiyat Oyunları, veya kısaca Olimpiyatlar, dört yılda bir yapılan geniş kapsamlı bir spor organizasyonudur. Antik şekli Eski Yunan'da yapılan oyunlar Fransız soylusu Pierre Frèdy, baron de Coubertin tarafından 19. yüzyıl'ın sonlarında modernize edilmiştir. Olimpiyat Oyunları'nın yaz sporlarını içeren ve daha iyi bilineni olan Yaz Olimpiyatları, 1896'dan beri Dünya Savaşları istisnaları hariç her dört yılda bir yapılagelmiştir. Kış Oyunları ise 1924'te yapılmaya başlanmıştır ve 1994'ten beri Yaz Oyunlarının yapıldığı yıllardan iki sene sonra yapılmaktadır
Olimpiyat bayrağı nedir?
Olimpiyat bayrağı beyaz zemin üzerine iç içe geçmiş beş ayrı renkteki beş halkadan ibarettir. Dünyanın beş kıtasını temsilen insanları dostluk ve sevgi bağları ile birbirine Bağlam ayı simgeleyen bayrağın üç halkası üstte, ikisi alttadır. Üstteki üç halka soldan sağa Doğru mavi, siyah ve kırmızıdır. Alttaki halkalar ise soldan sağa sarı ve yeşildir. Bu renkler önceleri kıtalara göre belirlenmiş ardından Uluslararası Olimpiyat Komitesi bu Renklerin üye ülkelerin bayraklarının renkleri olduğunu açıklamıştır. Olimpiyat Bayrağı 1920 Anvers Olimpiyatlarından beri dalgalanmaktadır. Bu bayrak 6-12 Mayıs 1913 tarihleri arasında yapılan toplantıda Baron Pierre de Coubertinin teklifi ile genel kurula sunulmuş ve ittifakla kabul edilmiştir.
Olimpiyat bayrağındaki 5 halka neyi ifade etmektedir?
Olimpiyat bayrağındaki 5 halka yeryüzündeki 5 kıtayı(mavi daire Avrupa'yı, sarısı Asya'yı, siyahı Afrika'yı, kırmızı Amerika'yı, yeşil de Avustralya'yı) temsil eder.
Olimpiyat yemini nedir?
Olimpiyat Oyunlarının açılış töreninde katılan tüm sporcular bir olimpiyat yemini ederler. Bu yemini organizasyonu yapan ülkenin ünlü bir sporcusu tüm sporcular adına söyler. Bu yemin şöyledir: “Olimpiyat Oyunlarında ülkemin şerefi ve sporun zaferi için kurallara uyarak dürüst yarışacağımıza ve gerçek sportmenlik ruhu içinde mücadele edeceğimize and içeriz.” Yemin ilk olarak olimpiyat bayrağı gibi 1920 Anvers Oyunlarında yer aldı. Ve yemini Belçikanın ünlü eskrimcisi Victor Boin okudu.
Olimpiyat Meşalesi nedir?
Olimpiyat Meşalesi Yunanistanın Olimpos Dağında güneş ışığından dev mercekler vasıtasıyla tutuşturulur. meşale oyunların yapılacağı ülkeye kadar, elden ele geçtiği ülkelerin atletleri tarafından taşınmakta ve olimpiyatın yapılacağı stadyumdaki dev meşale bu meşale ile tutuşturulmaktadır. Açılış töreninde yakılan meşale, kapanış törenine kadar sönmez. Olimpiyat meşalesi 1936 Berlin Olimpiyatında modern olimpiyat tarihine girmiştir.
Olimpiyat madalyası nedir?
Olimpiyat Oyunlarında bilindiği gibi birinciliği kazanan sporculara altın, ikinciliği kazanan sporculara gümüş ve üçüncülüğü kazanan sporculara bronz madalya verilmektedir. Altın ve gümüş olan madalyalar kaplamadır. 60 milimetre çapında ve üç milimetre kalınlığındaki bu madalyaların bir yüzünde 1928 yılından beri İtalyan sanatçı Gossoioli tarafından çizilen, elinde zafer çelengi tutan Zafer Tanrıçası Nikenin güzel bir kabartması yer alır. Arka yüzünde ise olimpiyatı düzenleyen ülkenin amblemi bulunur.

Olimpiyat'daki spor dalları hangileridir?
Yaz sporları şunlardır:
Okçuluk
Su Sporları (Yüzme, dalma, senkronize yüzme, sutopu)
Atletizm
Badminton
Beyzbol
Basketbol
Boks
Kano
Bisiklet
Binicilik
Eskrim
Futbol
Cimnastik
Hentbol
Hokey
Judo
Modern Pentatlon
Kürek
Yelken
Atıcılık
Softball
Masa Tenisi
Taekwondo
Tenis
Triatlon
Voleybol
Halter
Güreş
Kış sporları şunlardır:
Biatlon
Bobsleigh
Curling
Buz Hokeyi
Luge
Paten

Kayak

NAZAR DUASI

KIZILAY

KIZILAY

      Kızılay; “savaş alanında yaralanan ya da hastalanan askerlere hiçbir ayrım gözetmeksizin yardım etmek arzusu”ndan doğmuştur.

11 Haziran 1868 tarihinde "Osmanlı Yaralı ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti" adıyla kurulan Kızılay, 1877'de "Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti", 1923'de "Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti", 1935'te"Türkiye Kızılay Cemiyeti" ve 1947'de "Türkiye Kızılay Derneği"adını almıştır.  Kuruluşa "KIZILAY" adını büyük önder Atatürk vermiştir.

Kızılay’ın logosu, beyaz üzerine sola doğru açık olan kırmızı hilâldir. Kızılay logosu, Devletler Hukuku'nun ilgi hükümleri gereğince, savaş zamanında silahlı kuvvetlerin sağlık servisleri ile o hükümlerin belirlediği kişi ve kuruluşlar için "koruyucu ve belirtici işaret" olarak kabul edilmiştir. Bunlar dışında kalan hiçbir kişi, kurul ve kurum, savaşta tarafsızlık ve dokunulmazlık timsali olan bu işareti kullanamaz.

Kızılay, 1876 Osmanlı- Rus Savaşı'ndan 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na kadar geçen süre içinde, Türkiye'nin taraf olduğu tüm savaşlarda, cephe gerisinde kurduğu seyyar ve sabit hastaneler,hasta taşıma servisleri,donattığı hastane gemileri, yetiştirdiği hemşireler ve gönüllü hasta bakıcılar aracılığıyla savaş alanında yaralanan ya da hastalanan on binlerce Mehmetçik'in dost ve düşman askerinin bakım ve tedavisine yardımcı olmuş, Türk olsun düşman olsun savaş esirlerine gereken insancıl yardımları yapmış; savaştan etkilenen sivil halkın bakımı ve korunması için çaba göstermiş; I Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul'da görülen büyük kolera salgınından bu yana yurdumuzda ortaya çıkan doğal afetlerde felaketzedelerin bakımını, barınağı ve beslenmelerini sağlamış, uluslararası yardım faaliyetlerine katılmış; hemşirelik eğitimi, ilkyardım ve kanla ilgili hizmetler alanında öncülük yapmış, korunmaya gereksinen pek çok vatandaşımıza gereken sosyal yardım ve hizmetleri sunmuştur.

Kızılay'ın amacı, her nerede görülür ise, hiçbir ayrım yapmaksızın insanın acısını önlemeye veya hafifletmeye çalışmak, insanın hayatını ve sağlığını korumak, onun kişiliğine saygı gösterilmesini sağlamak ve insanlar arasındaki karşılıklı anlayışı, dostluğu saygıyı, işbirliğini ve sürekli barışı getirmeye uğraşmaktır. Kızılay ihtiyaç anında dayanışmanın, ıstırap anında eşitliğin, savaşın en kızgın anında insancıllığın, tarafsızlığın ve barışın simgesidir.

Kızılay, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Topluluğu'nun temel ilkelerini paylaşır. Bunlar; insanlık, ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleridir.


Kızılay, tüzel kişiliğe sahip, özel hukuk hükümlerine tâbi, kâr amacı gütmeyen, yardım ve hizmetleri karşılıksız olan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur.

IŞIK KIRLILIĞI NEDIR?

Işık kirliliği nedir?
Yanlış yerde, miktarda, yönde ve zamanda kullanılan ışığın neden olduğu geniş, ışıldayan ışık kubbesine Işık Kirliliği denir. Özellikle büyük şehirlerimiz tehlike sinyali veriyor. Işık kirliliğinin 4 ana kaynağı vardır:
1- Kamaşan Işık: Kamaştırıcı ışığa yatay doğrultuda yayımlanan ışık neden olur. Bu tür yayımlanan yatay ışık, kilometrelerce öteden görülebilir ve bizim karanlığa karşı adaptasyonumuzu azaltır. Kamaştırıcı ışık görüş mesafesini azaltarak sürücü ve yaya güvenliğini de tehlikeye sokar. Kamaştırıcı ışığı, yüzeyi aydınlatan ışık kaynağının şiddetini azaltarak hafifletebiliriz. Aydınlatılan yüzeyle ışık kaynağı arasındaki açı da bir diğer önemli faktördür. Yatay doğrultuda yayımlanan ışık yere yakın, havanın yoğun olduğu yerlerde, toz parçalarının ve geniş hava moleküllerinin etkisiyle ışığın saçılmasına neden olarak havayı ışıldatır. Bu durumda şehir gözlemcisinin, gökyüzüyle yıldızlar arasındaki karşıtlık azaldığından, yıldızları görmek için hayal gücü kuvvetli olmalıdır !
2- Işık Taşması: Işığın istenmeyen yere düşmesine ışık taşması denir. Tipik bir örnek olarak evlerimizin önünü ve arka bahçemizi aydınlatmakla yetinmeyerek, yatak odalarımızı bile aydınlatan cadde ışıkları verilebilir. Her ne kadar bazı ev sahiplerinin kendi mülklerini aydınlatma gereksinimleri azaldığı için bu iş hoşlarına gitse de, rahatsız edicidirışık kirliliği
3- Gökyüzü Işıldamaları: Atmosferdeki atom ve diğer taneciklerin bir sonucudur, fakat bu zayıf, doğal ışık atmosferdeki toz parçacıklarının ve gaz moleküllerinin ışığı saçmasıyla güçlenmektedir. Kar, gökyüzü ışıldamalarının %80'ini doğrudan gökyüzüne yansıttığı için bu olay mevsimlik bir olay olarak nitelendirilebilir. Şehirlerde doğrudan gökyüzüne yönlendirilmiş ışık kaynakları ile gökyüzü ışıldamaları birleşince, ışık kubbesinin parlaklığı ve menzili büyük oranda artar.
4- Aşırı Miktarda Işık: Belli bir işin yapılması için gereken aydınlatma miktarını aşan ışıktır. Fazla ışık her zaman iyi aydınlatma demek değildir.
Işık kirliliğinin kaynakları
1- Yol, cadde ve sokak aydınlatmaları.
2- Park, bahçe ve spor alanlarının aydınlatmaları.
3- Turistik tesislerin, binaların dış cephe aydınlatmaları.
4- Reklam panoları.
5- Güvenlik amacıyla aydınlatma.
6- Evlerden, binalardan taşan ışıklar.
Kullanılan armatürlerin ve lambaların yanlış seçimi ve yanlış yönlendirilmesi, bu aydınlatmalarda ışık tecavüzü, göz kamaşması, dikine ışık ve aşırı miktarda ışık oluşmasına neden olur. Bu durum, konuya yeterince önem verilmemesi ve bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Işık kirliliğinin doğal hayata etkileri
Kötü aydınlatmadan zarar görenler yalnız devlet bütçesi ya da gece gökyüzünü izlemek isteyenler değildir. Örneğin göçmen kuşlar için ışık kirliliği yeni bir tehlikedir: Kuşlar sadece insanlar için değil, dünyadaki tüm canlı yaşam için çok yararlıdır. Her yıl milyarlarca haşereyi, sineği tüketirler, milyarlarca bitki tohumunu yayarlar. Özellikle küçük sineklerle beslenen göçmen kuşlar gece seyahat ederler. Kimi türler milyonlarca kilometre yol kat ederler. Kısmen takım yıldızlardan yön bulurlarken gökdelenler, deniz fenerleri gibi yüksek yapılardan yayılan ışıklar onlar için çekici olur. Bunun sonucu, kuşlar ya yorulup düşünceye kadar ışık etrafında fır dönerler ya da doğrudan binaya çarparlar. Bu şekilde bir gecede binlerce kuşun öldüğü bilinmektedir.
Kimi deniz hayvanlarının yuvalama alışkanlıkları ışık kirliliği ya da yapay aydınlatma yüzünden tehlikededir. Deniz kaplumbağalarının binlerce yumurtasından çıkan yavrulardan yalnızca birkaçı denize ulaşabilmektedir. Denize ulaşmak için deniz ile kara arasındaki aydınlık farkını kullanan kaplumbağalar yapay ışıklandırmalarla karaya yönelince hayatlarından olmaktadırlar. Avustralya da yapılan bir araştırmaya göre mercanlar, üzerlerine düşen aşırı ışık yüzünden kendilerine renklerini veren mikroskobik bitkileri reddetmekte, beyazlaşmakta ve strese girmektedirler !
Işık kirliliğine karşı alınabilecek önlemler nelerdir?
1- Park ve bahçelerde dekoratif amaçlı kullanılan küre tipi armatürler yerine, bulundukları yatay düzlemin üst tarafına ışık saçmayan, perdeli aydınlatma lambaları kullanmalıyız.
2- Bina dış cephe, reklam ve ilan panolarının aydınlatılması yukarıdan aşağıya doğru yapılmalı.
3- Bazı park alanlarında çok kısa direklerin üzerinde çok yoğun ışıklı projektörler kullanılmaktadır. Bu tip projektörler en az 15 m yükseklikteki direkler üzerinde uygun açılarla yönlendirilerek kullanılmalı.
4- İki yanında binaların bulunduğu cadde ve sokaklarda enine çelik halat askı sistemine takılan ve sadece yola ışık gönderen armatürler kullanılmalı.
5- Güvenlik amaçlı aydınlatmalarda harekete duyarlı, kendini otomatik olarak açan sistemler kullanmalıyız. Bu sistemler elle de kullanılabilmektedir. Böylece enerji giderimizi azalttığımız gibi ışığın caydırıcı etkisinden yararlanabiliriz. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki göğü aydınlatma, suç işlemeyi engellemiyor. Suçun nedeni ışık ya da karanlık değildir. Suçlular gökte aranmamalıdır !
6- TSE standartlarını yeniden belirleyerek üretilecek yeni lamba ve armatürlere uygulamalıyız.
7- Hangi çeşit lambaların nerelerde kullanılacağını kurallara bağlayarak, yasal önlemler almalıyız.
8- Vitrin aydınlatmalarında zamanlayıcılar kullanmalıyız, ışık kaynakları gece saat 11'den sonra otomatik olarak kapanabilmeli.
9- Gözlemevlerimizin bulunduğu bölgelerde ışık kirliliğine karşı belli bir koruma alanı belirleyerek bu bölgeler için daha sıkı yasa ve yönetmelikler uygulamalıyız. Örneğin Arizona'daki Kitt Peak Ulusal Gözlemevi'nin ise 35 millik yarıçapa sahip bir çember koruma alanı bulunmakta.

10- Renk ayrımının önemsiz olduğu yerlerde düşük basınçlı sodyum lambalarını tercih etmeliyiz.

İNSAN SESI NASIL OLUŞUR

İnsan sesi nasıl oluşur


İnsanların sesleri nasıl olur,

İnsan ağız, akciğerler ve ses tellerini kullanarak ses çıkarır. İnsanın sesi konuşmasına, şarkı söylemesine, mırıldanmasına, bağırmasına olanak verir. İnsan sesinin oluşması için önce akciğerlerden gelen hava soluk borusuna dolar ve buradan dışarı çıkar. Soluk borusunun üst bölümünde gırtlak yer alır. Gırtlakta ses telleri bulunur. Sert lifleri andıran ses telleri tıpkı bir kemanın telleri gibi  görür. Akciğerlerden gelen havayla titreşir ve insan sesinin çıkmasını sağlarlar. İnsanlar gırtlak kasları, ağız, dudak ve dişlerinin yardımıyla bu sesleri sözcüklere dönüştürürler.
Ses dalgalar halinde yayılır. Ses kaynağından çıkan ses havadaki tanecikleri titreştirir, havadaki moleküller bu dalgayla birbirine çarpar ve ses dalgalanarak bir elektrik akımı gibi yayılır. Ses dalgasının her bir tam devrinde bir sıkışma ve bir seyrekleşme serisi vardır. Ses, tanecikler halinde yayılır, tanecikler ne kadar sık ise o kadar hızlıdır. Sesin yayılma hızı sırasıyla katıdan sıvıya, sıvıdan gaza azalır.
Bazı dış faktörler de ses dalgalarının hızı üzerinde bir dizi etkiler yaratır. Örneğin rüzgâr sesi uzaklara taşır, gece ve gündüzün sıcaklık farkları ses dalgalarını etkiler. Ses dalgaları katılarda yaklaşık olarak 5000 m/s hızla yayılır. Suda 1453 m/s hızla yol alır. Havada 340 m/s yol alır.

Kulak zarı hava titreşimlerden etkilenir ve hareket eder. Zara bağlı bulunan örs, üzengi ve çekiç adlı üç kemik buhareketi (titreşim frekansını) iç kulağa iletirler. Kulak zarındaki tek çeşitli bir hareket çok zengin bir algılamayadönüşebilmektedir. Kulak zarı saniyede 2000 defa kadar titreşebilmekte ve tüm bu titreşimler, beyin tarafından çok hızlı bir biçimde değerlendirilerek kesintisiz bir biçimde algılanabilmektedir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V)' in HAYATI


PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V)' in HAYATI
Hz.Peygamber (s.a) kayıtsız şartsız yeryüzü halkının neseb yönünden en hayırlısıdır. Nesebinin şerefi en yüksek doruk noktasındadır. Buna düşmanları bile şahitlik ederlerdi. Bu yüzden düşmanı olan Ebu Sufyan, Bizans hükümdarının huzurunda bu şekilde tanıklıkta bulunmuştu. En şerefli kavim onun kavmi, en şerefli kabile onun kabilesi ve en şerefli aile onun ailesidir. Habibullah (sav), Mekke'de, Rebi'ül-evvel ayının onkinci Pazartesi gecesi sabaha karşı dünyaya gelmiştir (M.570). Böylece, Hz.Adem'den beri devam ede gelen peygamberlik nuru sahibini bulmuş oldu. Babası Abdullah, Peygamberin doğumun dan iki ay önce vefat etmiştir. Annesi Vehb kızı Amine, doğumunda diğer kadınlar gibi eziyet çekmemiş, hatta ağırlık bile hissetmemiştir. Hamileyken, bir gece rüyasında tanımadığı bir kimse gelip; "Sen alemlerin hayırlısına hamilesin; doğduğunda adını Muhammed koy", diye ikaz bulunmuş; doğum anında da heybetli bir ses duyarak irkilmiştir. Ne zaman ki Muhammed vücuda geldi; baktım, mübarek başını secdeye koydu; ellerini kaldırdı, duada bulundu", şeklinde anlatıyor. Hz. Muhammed (s.a.v) sünnetli doğmuştur. Doğduğunda sırtında ve omuzunda peygamberlik mührü vardı. Doğumuna arz şehadet etmiştir.
* Resulullah (s.a.v) doğduğu gece, yeryüzünde bir çok put düşüp kırılmıştır.
* İran hükümdarı Kisrai kemerli bir saray yaptırmıştı. On dört kulesi vardı. O gece kulelerin bütün şerefeleri yıkılmıştır.
O zaman Araplar arasında adet olduğu üzere, çocuğun süt anneye verilmesi kararlaştırıldı. Ancak hiçbir sütanne, yetim bir çocuğu almak istemiyordu. Bu arada amcası Ebu Leheb'in cariyesi Süveybe, çocuğu bir müddet emzirdi. Kardeşinin oğlunun doğumuna sevinen Ebu Leheb'in, onun şerefine Süveybe'yi azad ettiğini ve bu yüzden Efendimizin doğduğu gün olan her pazartesi günü azabının biraz hafifletildiğini kaynaklar bize bildirmektedir.
Sonunda Beni Sa'd kabilesinden Halime binti Ebi Züeyb, Hz.Muhammed'i kabul etti. O sırada Beni Sa'd yurdunda kıtlık vardı. Hz. Halime bebeğin gelişi ile ineklerin sütünün artığını, çadırın etrafının yeşilliklerle dolduğunu, evine bereketin geldiğini ifade ediyor. Resulullah (s.a.v) ,bu göçebe süt anne'nin yanında oldukça sade bir hayat geçirmiştir.Gündüz otlakta sürülere bakıyor, aileye yardım ediyordu.Çoğu zaman ,yalnızca hurma ve süt ile yetiniyorlardı. Hz.Muhammed (s.a.v), süt kardeşleri ile kırlarda oynuyor,koyun güdüyordu. Bir defasında, süt kardeşi Şeyma'nın omuzunu bilinmeyen bir sebeple o kadar kuvvetli ısırmıştıki, ömür boyu izi silinmedi. Yıllar sonra bir savaşta esir düşen Şeyma'yı, Resulullah (s.a.v) bu yara izinden tanımış gözleri yaşarmıştı. Hz.Halime, Hz.Muhammed'i (s.av) kendi çocuklarından fazla seviyordu. Daha ilk günden ondaki farklılığı hisseden Halime, O'nu gözü gibi koruyordu. Resulullah, süt annesinin sağ göğsünden emer, sol göğsünü kardeşlerine bırakırdı. Ondaki bu üstün hallerden ve mucizelerden ürken Hz.Halime çocuğu annesine teslim etti. Kısa bir süre sonra annesi, zenci cariye Ümmü Eymen ve bir hizmetçi ile Medine'ye hareket ettiler. Neccaroğuları kabilesinden birinin evinde ikamet edildi. Resulullah'ın babasının kabrini de ziyaret etmişlerdi. Hz.Amine, dönüş yolu üzerinde Ebva denilen yerde vefat etti ve oraya gömüldü. Resullah (sav) o sırada altı yaşında bulunuyordu. Zenci cariye Ümmü Eymen ile Mekke'ye dönen Hz.Muhammed (sav), epeyce yaşlı olan dedesine teslim edildi. Şefkatli bir insan olan Abdulmuttalib'in, öksüz ve yetim torununa gösterdiği sevgi pek büyüktü. Dedesi vefat edince Hz.Muhammed (sav) diğer dört amcasına tercihen, Ebu Talib' emanet edildi. Çünkü güvenilir, zeki, cömert ve iyi kalpli biriydi. Diğer amcası Ebu Leheb kendisini içkiye kolay hayata vermiş bir ahlaksızdı. Esasen daha çocukluk devresinden itibaren Peygamberimiz ile Ebu Leheb'in arasının açık olduğu görülür Resulullah (sav) pek zengin olmayan fakat cömertliği ile tanınan amcasının yanında pek rahat içinde yaşamıyordu. Ancak Ebu Talib ve zevcesi, ona kendi çocuklarından daha iyi bakıyorlar, diğer çocuklar gibi sofra kurulur kurulmaz saldırmadığından ona ayrı yemek çıkarıyorlardı. Resulullah'ın yengesine olan sevgisi bir anne sevgisinden farksızdı. Ebu Talib Suriye'ye bir kervan götürmek üzere yola çıktığında Resulullah dokuz bir rivayete göre de on iki yaşında idi. Şam ile Kudüs arasında Busra denilen bir yerde kervan konakladı. Burası Bizans toprağı olduğundan yakında bir manastır bulunuyordu. Bu manastırda bulunan rahip Bahira, Hıristiyanlığı bilen, İncil'i derinlemesine incelemiş biriydi. Son peygamberin gelmesinin yakın olduğunu biliyordu. Ebu Talib'e çocuğun kim oduğunu sordu."oğlum" cevabını alınca,"O senin oğlun olamaz" Bu çocuğun babası ölmüş olmalı", dedi. Ebu Talib amcası olduğunu söyleyince, çocuğu hemen geri götürmesini tavsiye etti. Ebu Talib'te Mekke'ye dönmekte acele etti.
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V)' in ÇOCUKLUĞU VE GENÇLİĞİ
Bir insanın hayatında anne babasının yeri tartışılmaz. Bu her insan için aynıdır. Daha doğmadan babasını çok küçük yaşta da annesini kaybeden Hz.Muhammed'in (sav) bütün sevgisinin odak noktasını Rabbi teşkil ediyordu. Anne ve babasından sonra çok sevdiği dedesi ve amcasını da kaybeden Hz. Muhammed'i (sav), Allah (cc) adeta kimse ile paylaşamıyor, Habibi'nin sevgisinin yalnız kendisine ait olmasını istiyordu. Resulullah (sav) aynı zamanda ummi idi. Zaten Kureyş'in aklına durgunluk veren de; okuması yazması olmayan bir insan dan dünya'nın en güzel sözlerinin duyulması idi. Eğer herhangi bir eğitim görmüş olsaydı, ona karşı olanlar ve inkarcılar bunu delil olarak kullanacak ve ayetleri kendisinin yazdığını iddia edeceklerdi. Ümmilik.O'nu savunduğu davada bu tür suçlamalardan koruyordu. Diğer bir husus; Resulullah'a ilk vahiy edilen ayet; "Seni yaradan Rabbinin adıyla oku", idi. Demek ki asıl aydın, asıl ilim sahibi, Allah'ı bilen, O'nun adıyla okuyan, O'nu tanıyan insandır. Resulullah'ın (sav) doğumundan itibaren her an, her saniye Allah (cc) tarafından korunduğunu görüyoruz. Ondaki farklılık, ondaki üstün haller ve seçilmişlik, bu ilahi himayenin sebebidir. O her haliyle diğer insanlardan farklıydı Alemlere Rahmetti. O'nda da nefis vardı ama O her türlü kötülük ve günahtan korunmuştu. Bir defasında kendine putlara adanan putlara adanmış hayvanların etinden ikram eden Zeyd İbn Ammar'a; "Putlara adananı yemem", buyurmuştur. Yine her yıl düzenlenen bir putperest bayramına halaları tarafından zorla götürülmüş, bayram yerinde bazı kişiler gelerek bu ayinlerin kendisine yasaklandığını ona bildirmişlerdir. Halaları da O'nu bir daha böyle yerlere götürmemişlerdir.
* Sahih hadislerden de anlaşılacağı gibi; Hz. Muhammed (sav) soyların en faziletlisinden dünyaya gelmiştir." Allah mahlukatı yarattı ve beni en hayırlılarının içinde kıldı.Sonra onları,Arap ve Arap olmayanlar diye iki fırkaya ayırdı ve beni en hayırlılarının içinde kıldı (Kureyş). Sonra, ailelere ayırdı ve beni en hayırlı aileden kıldı.Şahıs olarak da ailenin en hayırlısı kıldı", bu hadisi şerif bize bunu anlatmaktadır
PEYGAMBER EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (S.A.V)' in Hz. HATİCE İLE EVLİLİĞİ
Resulullah'ın (sav) ve ailesinin, tarım ve ziraatle uğraştığına dair hiçbir bilgi mevcut değildir.Hz.İbrahim(a.s) şu duasında da zikrettiği gibi "Ey Rabbimiz, Namazı dosdoğru kılmaları için ben; çocuklarımdan bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kabe) yanında, eksiksiz bir vadiye yerleştirdim.. "(İbrahim:37). Mekke vadisinde ziraat yoktur.Geriye yalnız ticaret kalıyor.Bu ticaret de daha çok; kumaş , yiyecek kuru yemiş ve güzellik malzemeleri üzerine idi. Habibullah (sav) gençlik dönemine girmesiyle beraber ticaretle uğraşmaya başlamıştır. Mekkeli tüccar, Kays b. es-Saib İslam'dan önce O'nunla ticari münasebetleri olduğunu ve ondan daha iyi bir ortağa rastlamadığını anlatır. Mekke'liler tacire (kadın tüccar) ve tahire ( temiz kadın ) adını verdikleri Hz.Hatice, Mekke'li zengin bir dul kadın idi. İki kez evlenmiş, iki eşini de kaybetmişti ( ilk eşi, Atik el-Aziz et-Tamime; ikinci eşi, Hind b.Zürare'dir her iki eşinden de birer çocuğu olmuştur. Birkaç sene kıtlığın ağır basması üzerine Ebu Talib, Yeğenini iş istemesi için Hz. Hatice'ye gönderdi Hz. Hatice'de,ahlakının güzelliğini ve ününü sık sık duyduğu Hz. Muhammed'e memnuniyetle kervanını teslim etti ve onu , kölesi Meysere'yi de yanına katarak Kudüs yakınlarındaki Busra denilen yere gönderdi. Hz.Muhammed (sav) burada Netura isimli keşişle karşılaştığı tarihçiler tarafından anlatılır. Her an onun başının üzerinde dolaşan bulut keşişin dikkatini çekmiş ve kendisi ile tanışmak istemiştir. Evvelce tanışmış olduğu Meysere'yi yanına çağırarak Hz.Muhammed hakkında bazı sorular sordu. Aldığı cevaplar karşısında irkilen keşiş; "O Peygamber'dir, hemde Peygamberlerin sonuncusudur", demekten kendisini alamamıştır. Hz.Muhammed (sav) alışverişlerini tamamladıktan sonra Mekke'ye döndüler. Meysere yolculuk boyunca tüm olanları Hz. Hatice'ye bir bir anlatır. Hz.Hatice'nin Peygamberimize karşı saygısı ve sevgisi bir kat daha artmıştır. Hz.Hatice iş bahanesi ile Hz . Muhammed'i (sav) sık sık evine davet etti ve hediyeler gönderdi. Allah Resulu ile evlenmeyi istiyordu. Sonunda meseleyi dostu Nüfeyse'ye açtı. Onun aracılığıyla Muhammed (sav) ile Hz. Hatice evlendiler (miladi 595) O sırada Hz.Muhammed (sav) 25, Hz.Hatice ise 40 yaşında bulunuyordu. Peygamber efendimiz daha sonra Hz.Mariye'den olan oğlu İbrahim hariç diğer çocukları Hz. Hatice ' dendi. Bunların isimleri: Kasım, Rukiyye, Fatıma, Ümmü Gülsüm ve Abdullah idi. Kasım ve Abdullah küçük yaşta vefat etmişlerdir.
Hz.Peygamber her sahada olduğu gibi aile hayatında da örnek ev reisi olmuş; hanımına ve çocuklarına karşı her halükarda müşfik davranmışlardır.
İLK VAHYİN GELİŞİ VE RİSALETİN BAŞLANGICI
Habibullah (sav) otuzsekiz yaşına girmişlerdi. Bir sene boyunca gaibden sesler duyup, bazı nurlar gördüler. Daha sonra Allah'ın sevgilisi, altı ay kadar süren sadık rüyalar görmeye başladılar. Gördükleri rüyalar apaçık ortaya çıkıyorlardı. Hz. Muhammed (sav) yaşadıkları bu haller üzerine, yalnızlık aramaya başladılar.Toplumun zülmetinden sıkılıyor; yalnız kalmayı arzuluyorlardı.
Resullah halvet yeri olarak Mekke'ye 5km kadar uzakta bulunan Hira mağarasını tercih etmişlerdi. Dedesi Abdulmüttalip'te Ramazan aylarında bu mağarada inzivaya çekilirlerdi. Allah Resulü sık sık bu mağaraya çekilip ceddi Hz.İbrahim'in dini üzere ibadet ve dua ediyor; insan ve kainatın yaradılış sebep ve hikmetleri üzerinde derin düşüncülere dalıyorlardı. 610 senesi, Ramazan ayının 27.gecesi idi. 40 yaşına gelmiş olan Hz.Muhammed (sav), o senenin Ramazan ayını bu mağarada geçiriyordu.Seher vaktine doğru, vahiy meleği Cebrail (as), Allah'ın Habibine insan süretinde gözükerek hitap etti ve Kur'an'ın ilk ayetlerini kendisine okudu.Resullah olayı şöyle anlatıyor; " Bana kendisinin Cebrail adlı melek olduğunu ve Allah'ın beni Peygamber olarak seçtiğini bildirmek için geldiğini söyledi. Bana abdest almayı ve istincayı öğretti.Temiz olarak dönünce; "OKU" diye emretti. 'Ben okumayı bilmiyorum' diye cevap verdim . Beni kollarının arasına alıp sıktı.Sonra yere bırakarak; " Oku" diye emretti. Ben yine okuma bilmediğimi söyledim. Beni tekrar ve daha kuvvetli bir şekilde sıktı.Tekrar "Oku" dedi. Ben okuma bilmediğimi tekrarladım. Be sefer beni üçüncü defa sıkarak bıraktıktan sonra dedi ki; " Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından (embriyo) yarattı. Oku! Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O'dur. İnsana bilmediğini O öğretti." (Alak1-5) Allah Resulu de, Alak süresinin bu ilk ayetlerini tekrar etti, inen ayetler, Resulullah'ın hem diline hemde kalbine yerleşmişti . Hemen ardından Melek kayboluverdi. Heyacan ve şaşkınlık içerisinde Hz.Resul mağaradan çıkarak evine doğru yola koyuldu.Yolda hayreti bir kat daha arttı. Zira ağaçlar, dağlar, taşlar , çiçekler; "Esselamü aleyke ya Resulüllah", diyerek kendisini selamlıyorlardı. Titreyerek eve dönen Allah Resulü, hanımına; "beni örtünüz! Beni örtünüz" diyerek yatağa girdiler. Uyandıklarında biraz sakinleşmişlerdi. Olanları Hz.Hatice'ye anlatarak, tedirginliklerini arz ettiler. Bu hadise ile beraber, Resulullah'ın özel hayatı kapanıyor, hayatının ikinci safhası olan Peygamberliği başlıyordu.

İLK MÜSLÜMANLAR
Kainatın Efendisi Hira'da aldığı peygamberlik vazifesini ilk olarak eşi Hz.Hatice'ye anlatmıştı.Eşi böylesine ağır bir vazifenin mesuliyetini zerreden kürreye vücut ve gönül ülkesinde yaşar haldeyken ; Cenab-ı Allah'ın Hz.Hatice'ye yaşattığı hal çok manidardır.O büyük kadın 'bana ne oluyor bilmem?' diye endişe duyan Allah Resulüne; 'Müjdeler olsun sebat et.Canımı yed-i Kudretinde tutan Allah ' a yemin ederim ki, sen bu ümmetin peygamberisin. Allah seni asla bırakmaz. Sen sıla-i rahmedersin, sözün doğrusunu söylersin, meşekkatte sabredersin, misafirleri ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın, Allah böyle kuluna kefildir.' şeklinde sözleriyle destek olmuş gönlünü açmıştır.
Bu sözler onun ne kadar yüce ruhlu, faziletli ve inançlı bir kadın olduğunu göstermektedir. Cenab-ı Hakk'ın kutlu Peygamberine verdiği büyük lütuflardan biri de. Kendisine Hz.Hatice gibi bir zevceyi nasip etmesidir.Resul-i Ekrem efendimiz, ilk müslüman olma şerefine de nail olan eşine Cebrail (as) ' dan öğrendiği şekilde abdest aldırdı ve imam olarak iki rekat namaz kıldırdı.Ulaştıkları gönül birliğini 'Mutlak Bir'in önünde ve O'na sığınarak perçinlediler.
Hz.PEYGAMBERİN ve İLK MÜSLÜMANLARIN MARUZ KALDIĞI İŞKENCELER
Açıktan davetin başlaması ve Müslüman olanların sayısının günden güne artmasıyla beraber, Kureyşliler de Müslümanlara karşı düşmanlıklarını arttırmışlardı. Hareketin lideri olması hasebiyle, en büyük taarruzlar Allah Resulüne yöneltiliyordu. Hz.Peygambere düşmanlık edenlerin başında Ebu Leheb ve karısı gelmekte idi. Hz.Peygamber!in arkası sıra dolanır; o tebliğ ettikçe kendiside; 'Ben onun amcasıyım . Muhammed sizi atalarınızın dininden döndürmek istiyor, sakın ona inanmayınız diyordu.' Hz.Peygamberin başının taşla ezmeye yemin etmiş; taşı kaldırdığında kaskatı kesilmiş, muvaffak olamamıştı.Bir defasında da önünde ateşten bir çukur açılmış, Allah Resulüne yanaşamamıştı. Peygambere olan düşmanlığı o dereceye ulaşmıştı ki; Peygamberimizin kızları Rukiye ve Ümmü Gülsüm 'le evli olan oğulları Utbe ve Uteybe'ye onları boşattırmıştı. Ebu Cehil'de dili ve eli ile Peygamber efendimize ve Müslümanlara çok eziyet etmiştir . Ammar b. Yasir'in annesini öldüren bu zalim, Peygamberimiz harem'de namaz kılarken, boğazlanan bir devenin döl yatağını, içinin çirkinlikleriyle getirtmiş ve Resul-i Ekrem secde de iken sırtına koyuvermişti. Kureyş'in ulularından olan Velid b. Muğire de ; hac mevsimin de halk toplandığında Peygamberimize sıfatlar yakıştırıp, en uygun sıfatında sahir (büyücü) olduğunu, zira Muhammed'in kişi işe kardeşi ve karısı arasını ayırdığını söylüyordu.
O Allah Resulü'nü tek başına öldürmeye de teşebbüs etmiş, fakat; Allah'ın bi lütfü olarak, Peygamberimizin sesini Kabe'de namaz kılarken işittiği halde zatını görememiş, ne yana yönelse se arkasından gelmiş bu suretle muvaffak olamamıştır. As b. Vail Hz.Peygamber 'in oğlu Kasım öldüğünde en acılı anında kendisi ile 'etber' (erkek çocuğu olmayıp soyu kesilen) diyerek alay etmiştir.Kevser süresi As b. Vail hakkında nazil olmuştur. As b. Vail bir dağ geçidinde eşşeğinden düşüp bacağını kırmış, bu yaranın şişip mikrop almasıyla rezil bir şekilde ölmüştür.Şunu hemen belirtelim ki Allah Resulüne zarar verenlerin hepsi, habis bir ölümle ölmüşlerdir Ya hakaret ettikleri Müslüman'ların ellerine düşerek idam edilerek, ya da Hz. Peygamber'in 'Ya Rab ona bir itini musallat et ' diye beddua etmesiyle ölmüşlerdir. Nüfuzu olmayanların ve köle olanların durumu daha acıklı idi. Ayrıca Müslüman olanlara bizzat kendi aileleri türlü türü işkenceleri reva görebiliyorlardı. İslam'ın en azılı düşmanlarından olan Ümeyye b.Halef'in kölesi olan Bilal- Habeşi (ra) bazen 24 saat aç susuz bırakılıyor, bazen de boynuna ip takılarak Mekke de ücretle tutulan çocukların tarafında sokak sokak dolaştırılıyordu, buna rağmen taviz vermeyip yüzlerine karşı 'Allah birdir' diye haykıran Bilal-i Habeşi'yi efendisi Ümeyye b. Halef kavurucu sıcaklar altında sırtını güneşin sıcaklığından ateş parçası haline gelmiş kızgın taş ve kumlara sürttürüp yaktırır. ağzına güneşte kurumuş bir lokma et verdikten sonra göğsüne kocaman bir kaya parçası koydurur ve Lat ve uzza'ya tapmadıkça azaba devam edeceğini söylerdi. Hz.Bilal'in 'Allah birdir' demeye devam etmesi üzerine çileden çıkan Ümeyye b. Halef işkencesini Hz. Bilal bayılıp kendisinden geçene dek sürdürürdü. Hz.Ebubekir'in telkin ve vesilesi ile İslam'a giren Osman b. Afvan da, ilerlemiş yaşına rağmen, amcası tarafından işkenceye maruz bırakılmıştır.Yine Hz.Ebubekir'in delaletiyle Hz. Osman ' dan hemen sonra Müslüman olan Talha b. Ubeydullah Kureyş'in azılı pehlivanlarından Nevfel b. Adviye tarafından bir iple bağlanıp işkenceye tabi tutulmuştur.
Kureyş'in ileri gelen ve zengin ailesine mensup olan Halid b.Said (ra) bir gece rüyasında Allah Resulü'nün kendisini cehenneme atmaya çalışan babasından kurtardığını görmüş ve bu rüya üzerine Müslüman olmuştur.Oğlunun ibadet ettiğini duyan babası Ebu Uhayha vazgeçmesi için ısrar etti. 'Hz.Muhammed'in dinini asla bırakmam' şeklindeki cevap üzerine, elindeki sopa kırılıncaya kadar oğlunu döven Uhayha, onu iaşesini kesmekle tehdit etti.Oğlunun 'rızkı veren Allah'tır' şeklindeki mukabelesi üzerine iyice hiddetlenen Ebu Uhayha onu hapsettirerek günlerce aç susuz bırakmaktan çekinmemiştir. İlk Müslümanlardan olan Sa'd b.Ebi Vakkas da, annesi tarafından zulme uğratılmıştı.

HÜZÜN YILI (M.620)
Üst üste gelen acı hadiselerin ilki, Hz. Peygamber'in dört yaşındaki en büyük oğlu Kasım'ın vefatı oldu
Allah Resulü çok müteessir olmuştu.Oğlunun cenazesini taşırken karşıda duran Kuaykıan dağına ; "Ey dağ! Benim başıma gelen şey, senin başına gelseydi, dayanamaz yıkılırdın.", demesi bu derin teessürünün bir ifadesidir. Henüz Kasım'ın vefatının hüznü dağılmadan Allah Resulü , diğer oğlu Abdullah'ı da kaybetti. Bu acı hadiseler sebebiyle Allah Resulü ve Müslümanların kalpleri kan ağlarken, müşrikler taziye etmek şöyle dursun, sevinçlerinden ne yapacaklarını şaşırıyorlardı. Hatta içlerinden Ebu Cehil ve As b. Vail işi daha ileri götürerek: " Artık Muhammed ebterdir, nesli kesilmiştir.", diye alay edecek kadar küstahlaşmışlardı.Bu lakaba oldukça alınan Allah Resulü'nü teskin etmek üzere, Allah(cc) Kevser süresini inzal buyurmuştur. " Doğrusu, biz sana kevseri ihsan etmişizdir. Öyle ise Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Asıl ebter, şüphesiz seni kötüleyendir."
Bir müddet sonra amcası Ebu Talib hastalandı. Artık ölüm döşeğinde idi. Allah Resulü bir yandan kendisini korumak uğruna herşeyini feda eden çok sevdiği amcasını kaybedeceğine üzülürken, bir yandan da Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman olmasını istiyordu.Bu sebeple O hastalığı boyunca amcasının yanında pervane olmuş defaatle Kelime-i Şehadete çağırarak; " Ey amcacım, gel sen 'La ilahe illallah'de de ,onunla sana ahirette şefaat edebileyim ", teklifinde bulunmuştu. Amcası bu teklife : " Vallahi benden sonra sana ve atalarının oğluna, çok yaşlanmaktan dolayı bunaklık atfetmeleri korkusu olmasaydı. İstediğin şeyi söyleyip sana tabi olurdum. Kureyş, o istediğin sözü, ölümden korkarak söylediğimi zannedecekleri için söylemeyeceğim." dedi. Allah Resulü'nün ; " Ey amca, şunu bilmelisin ki ,Allah tarafından alıkonuluncaya kadar, senin affedilmeni isteyip duracağım." sözleriyle mukabele etmesi üzerine Allah (cc) Resulünün şahsında mü'minlere şu ölçüyü inzal etti ; " Hakikat sen ,her sevdiğin kişiye hidayete erdiremezsin. Fakat Alla'tır ki , kimi dilerse ona hidayet verir ve O hidayete erecekleri daha iyi bilendir." ( kassas,56 / Tevbe,113 )
Ebu Talib'in vefatından üç gün gibi kısa bir süre sonra da, hanımı Hz. Hatice'yi kaybetti.Teslimiyeti, itaati muhabbet ve merhametiyle Allah Resulü'nün kalbinde taht kuran Hz.Hatice'yi kaybetmek,Allah Resulünü derin bir teessüre boğdu.Ona karşı müstesna bir sevgisi vardı.En büyük destek ve tesellicisi idi.Vefatından sonra dahi onu hiçbir zaman unutmadı ve rahmetle andı. Öyle ki Hz. Aişe, hayatta olmadığı halde en çok Hz.Hatice'yi kıskandığını itiraf etmiştir. Allah Resulü'nün şu sözü onun Allah katında ve mü'minlerin gönlünde ne kadar ulvi bir yeri olduğuna delalet eder: " Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı İmran kızı Meryem idi. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice'dir."
Doğmadan önce babasını,altı yaşında iken annesini kaybederek öksüz ve yetim kalan Allah Resulü, amcasını ve hanımını kaybetmekle belki de ikinci kez öksüz ve yetim kalmıştı. Yüklendiği bu çile ve hüzün dolu hadiselerden ötürü bu yıla " HÜZÜN YILI " denmiştir.

İnsanlığı hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini sağlamak üzere Allah Teâlâ tarafından gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildiğine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke'de doğdu. İslâm tarihi kaynakları, Hz. Peygamber'in nesebi ta Hz. Adem'e kadar sıralanan Şecere tabloları ile belirlemişlerdir. Bu kaynaklarda Hz. Peygamber'in yirminci göbekten atası olan Adnan'a kadar ittifak edilmiş, ancak Adnan'dan sonra verilen isimlerde bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır. Ama O'nun Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail soyundan olduğunda şüphe yoktur. Buna göre Adnan'a kadar Rasûlullah'ın şeceresi şöylece sıralanır: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b b. Lüeyy b. Gâlib b. Fihr b. Mâlik b. En-Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizâr b. Me'add b. Adnan.

Beyin göçü

Beyin göçü
Beyin göçü, yetiştirilmesi için büyük kaynak gerektiren veya yetiştiği halde ilgisizlik ve olanaksızlık nedeniyle bilim insanı, hekim, mühendis vb. gibi vasıflı insan gücünün daha gelişmiş bir ülkeye göç etmesi.
Beyin göçünden bahsedilebilmesi için terk edilen ülke ile göç edilen ülke arasında gelişmişlik ve olanak açısından az da olsa bir fark bulunmalıdır. Beyin göçü temelde gelişmiş ülkelere yönelik bir kaynak aktarımı olarak değerlendirilebilir.
Yetişmiş insan gücü hareketi olarak değerlendirilen beyin göçünün geçmişi çok eski devirlere dayanır. Çeşitli dini, siyasi, bilimsel nedenlere dayanan beyin göçü ilk ve ortaçağlarda bulunuyordu. II. Dünya Savaşından önce çok sayıda bilim insanı Hitler'den kaçıpABD'ye yerleştiler. Bu gelişmelerde Amerika'nın gelişmesinde büyük ölçüde rol oynadı. Albert Einstein da Almanya'dan ABD'ye göç eden bilim insanlarından biridir.

Türkiye'den Yurt Dışına Beyin Göçü ve nedenleri

Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere gerçekleşen nitelikli işgücü göçü gelişmekte olan ülkeler açısından yüksek maliyetli bir hibe olarak nitelendirilebilir. Türkiye’den yurt dışına nitelikli işgücü göçü özellikle son dönemlerde peşpeşe yaşanan ekonomik krizlerden sonra daha da önem kazanmaktadır, çünkü ekonomik krizlerin ardından eğitimli gençlerde işsizlik önemli bir ölçüde artmıştır. Bu çalışma, 2002 senesinin ilk yarısında gerçekleştirilen bir anket uygulamasının sonuçlarına dayanmaktadır. Anketin hedef kitlesi yurt dışında öğrenimlerini sürdüren lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile üniversite eğitimli işgücü olarak belirlenmiştir. Anketlerden elde edilen verilerle, çalışan profesyonellerin ve öğrencilerin Türkiye’ye geri dönme olasılıkları ve nedenleri, sıralı probit modeli ile kurgulandı ve kestirimler yapıldı. Literatürde, yüksek nitelikli işgücünün yurt dışına göç etmesinde ekonomik nedenlerin önemi vurgulanmaktadır. Yurt dışında kazanılan yüksek maaşlar, beyin göçünün en önemli nedenlerinden biri olarak görülmektedir. Çalışmamızda beklenenin aksine yurt dışında çalışanların Türkiye’ye geri dönmeme kararında yurt dışındaki yüksek gelirler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Öğrenci grubunda ise gelir farkları beklenildiği gibi önemli bulunmuştur. Öğrencilerin yurt dışında kalma kararındaki en önemli çekici faktör yurt dışındaki sistemli ve düzemli yaşam tarzı olmuştur. Yurt dışında çalışanların Türkiye’ye geri dönmeme kararındaki en önemli itici nedenlerden biri ise Türkiye’deki ekonomik ve siyasî istikrarsızlık olmuştur. Analizde, her iki grup için Türkiye’ye geri dönme veya yurt dışında kalma kararında gitmeden önceki dönme niyetleri ve ailenin rolü önemli çıkmıştır.

ATATÜRK KRONOLOJİSİ

Atatürk KRONOLOJİSİ
Selanik Kocakasım Mah., Islâhhâne Caddesi’ndeki Atatürk’ün doğduğu üç katlı pembe ev. Bu evin benzeri Atatürk’ün doğumunun 100. yıldönümünde Ankara’da, Atatürk Orman Çiftliği’nde yaptırılmıştır.

Mustafa Kemal, Harp Akademisinden Kurmay Yüzbaşı olarak mezun oldu. Bu okulda öğrenci iken İstibdat İdaresine karşı şüphe uyandırdığından Saray’da sorguya çekildi ve Şam’daki 5 nci Ordu emrine verildi. 11 Ocak 1905

Mustafa Kemal Şam’da, 5 nci Ordu 30 ncu Süvari Alayında görevliyken. 1906

Mustafa Kemal, Kolağası (Kd.Yzb.) rütbesine terfi ettiği gün. 20 Haziran 1907

Mustafa Kemal, Harekât Ordusu Subayları ile, Selanik. 1909

Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, Mücahit Bedevi Kuvvetleri önünde emirlerini yazdırırken, Derne. 1912

Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta arkadaşları ile birlikte. 1912

Sofya Ataşemiliteri iken, verilen kostümlü baloya yeniçeri kıyafeti ile gitmiş ve etrafında derin bir hayranlık uyandırmıştır. 11-12 Mayıs 1914

Mustafa Kemal, Sofya’da Ataşemiliter… 1914

Mustafa Kemal, 3 ncü Kolordu Erkânı ile… 1915

Kurmay Albay Mustafa Kemal, Çanakkale’de…1915

Çanakkale’nin cehennemi andıran savaşlarında her zaman askerleri ile beraber siperlerde olan Mustafa Kemal…1915

Mustafa Kemal’in Tümgeneralliğe (Mirlivalığa) yükselmesi…1 Nisan 1916

II. Ordu Komutanı Mustafa Kemal, Diyarbakır’da Avusturya Macaristan otomobil kolunu denetlerken…Nisan 1917

II. Ordu Komutanı Mustafa Kemal her zaman askeri ile beraberdir. Her fırsatta ve en duyarlı günlerde birliklerinin başında ve yanındadır… 1917

Mustafa Kemal, Liman Von Sanders’in yerine Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına atandığı gün… 31 Ekim 1918

Mustafa Kemal, Yıldırım Orduları Grup Komutanı iken… 31 Ekim – 13 Kasım 1918

Mustafa Kemal, yaverleri ile beraber. Salih Bozok, Şükrü Tezer, Cevat Abbas Gürer… 1918

16 Mayıs 1919 günü İstanbul’dan hareket eden Bandırma Vapuru’nun kıymetli bir yolcusu vardır. Türkiye’nin kurtarıcısı Komutan Mustafa Kemal. Tehlikeler içindeki Karadeniz’in hırçın dalgaları ile çarpışan küçük gemi, 19 MAYIS 1919 günü sabahı Samsun Limanı’ndadır. Savaşlardan yenik çıkmış, bölünmüş, umutsuz, yorgun, çileli bir milleti yeniden diriltmek, ayağa kaldırmak üzere Atatürk’ün, Samsun’a ve Anadolu’ya ayak basışı o gün, o saati…Mustafa Kemal’i Samsun’a götüren Bandırma Vapuru İstanbul Limanı’nda…1927

Amasya Genelgesi’nin (22 Haziran 1919) kalemi alındığı Amasya Saraydüzü Kışlası.

Mustafa Kemal’in askerlikten istifa ettiği gün,  yaverleri  Muzaffer  Kılıç  ve  Cevat  Abbas  Gürer’le…   8 Temmuz 1919

Mustafa Kemal, ilk büyük kongreyi (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919) topladığı Erzurum’da hükümet konağı önünde Vali Zühtü Bey, memurlar ve subaylarla…

Sivas Kongresi günlerinde…

Heyeti Temsiliye’ye birlikte seçildiği arkadaşlarından Hüseyin Rauf Orbay ve Bekir Sami Kunduh beylerle Sivas’ta. 4-11 Eylül 1919

Mustafa Kemal, Sivas Kongresi üyeleri ile. Oturanlar sağdan sola; Mazhar Müfit Kansu, Hüsrev Sami Kızıldoğan, Ahmet Rüstem, Bekir Sami Kunduh, Kadı Hasbi, Mustafa Kemal, Şeyh Hacı Fevzi, Rauf Orbay, Ömer Mümtaz, arka sıralarda; Hâmi Danişmend, Recep Zühtü, Hüsrev Gerede, Ruşen Eşref Ünaydın, Nizamettin Bey, Mazlum Bey, Küçük Ethem Bey ve yaver Muzaffer Kılıç… Eylül 1919

İstanbul Hükümeti’nin temsilcisi Bahriye Nazırı (Bakanı) Salih Hulusi Paşa (Kezrak)’yla görüşmek üzere Amasya’ya giderken Tokat’ta karşılanışı. Sağında Heyeti Temsiliye üyesi Bekir Sami Kunduh, solunda Hüseyin Rauf Orbay, Ruşen Eşref Ünaydın ve yaveri Cevat Abbas Gürer. 17 Ekim 1919

Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişini gösteren temsili resim (Ressam Saip Tuna) 27 Aralık 1919

Mustafa Kemal, T.B.M.M. Başkanı iken…1920

Kuvayı Milliye’den düzenli orduya geçiş günlerinde yakın arkadaşlarıyla Ankara’da alt yarışlarında (30 Ekim 1920). O gün Kars’ın alındığı haberi Ankara’ya ulaşmıştı. Oturanlardan soldan sağa; Alb. Abbas Bey, Alb. İsmet (İnönü), Mustafa Kemal, Alb. Refet (Bele)

Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal, cephe gerisinde Bozüyük civarında İsmet İnönü’nün trenini beklerken…4 Aralık 1920

Mustafa Kemal, Dikmen Sırtlarında dinlenirken…12 Şubat 1921

Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Süvari Tümen Komutanı Bnb. İbrahim Çolak, Çankaya’da… 4 Haziran 1921

Mustafa Kemal, İnönü Savaşları sonrası İsmet Paşa’yla Çankaya’da … 4 Haziran 1921

Ankara Anlaşması’nın görüşmeleri için gelen Fransız Bakan Franklin Bouillon ve Bnb. Sarou Eskişehir’de. Mustafa Kemal ve İsmet Paşa tören birliğini selamlıyorlar…  Haziran 1921

Mustafa Kemal, Sakarya Meydan Savaşını yönetirken, Duatepe’de… 10 Eylül 1921



Gazi Mustafa Kemal, Rus ve Azerbaycan Heyetleri ile Afyon Çay’da denetimde… 30 Mart 1922

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile Ilgın manevralarında.. . 1 Nisan 1922

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal, Ilgın manevralarında Türk Ordusu’nu selamlıyor… 1 Nisan 1922

Sakarya adını verdiği atıyla… 1922

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal, Büyük Taarruz sabahı Afyon Kocatepe’de… 26 Ağustos 1922

Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve yaveri Salih Bozok olduğu halde İzmir’e geliyor… 10 Eylül 1922

Gazi Mustafa Kemal, yaveri ile…14 Ocak 1923

Gazi Mustafa Kemal, Bilecik-Osmaneli istasyonunda bir öğrencinin okuduğu şiiri dinlerken…               16 Ocak 1923

Gazi Mustafa Kemal, Gebze istasyonunda Halide Edip Adıvar ile birlikte… 17 Ocak 1923

Gazi Mustafa Kemal, Latife Hanım ile evlendiği günlerde… 1923

Gazi Mustafa Kemal, arkasında eşi Latife Hanım… Şubat 1923

Ankara’da Çiftlik İstasyonu civarında düzenlenen askeri tatbikatta alnına biriken terleri silerken.Solunda Süvari Kolrdusu Komutanı Fahrettin Altay, Kazım Karabekir Paşa ve geride eşi Latife Hanım görülmekte… 10 şubat 1923

Gazi Mustafa Kemal, eşi Latife Hanım’la Adana’da…15 – 17 Mart 1923



Latife Hanım’ın ailesinin Ankara’yı ziyaretlerinde. Sağdan sola; Latife Hanım, Baba Uşşakîzâde Muammer Bey, Baldız Vecihe Hanım, Kayınvalide Adviye Hanım, Atatürk, Baldız Rukiye Hanım…        8 Temmuz 1923

Gazi Mustafa Kemal, Aile Efradı ile Çankaya’da… 1923

29 Ekim 1923 günü kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin aynı gün T.B.M.M.’nin oybirliğiyle Cumhurbaşkanlığı’na seçtiği Gazi Mustafa Kemal… 27 Kasım 1923

Gazi Mustafa Kemal, yakın silah arkadaşı İamet Paşa ile… Kazım 1923

İlk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal, İzmir’de…  1 Ocak-2 Şubat 1924

Şapka ve kıyafet devrimi konuşmasını yaparken, Kastamonu’da… 23 Ağustos 1925

Aynı günlerde şapkasıyla Kastamonu’da… Ağustos 1925

Şapka ve kıyafet devrimi konuşmalarını yaptığı Kastamonu seyahati dönüşü Çubuk’ta karşılayanlarla…1 Eylül 1925

Mersin’den dönen Başbakan İsmet Paşa’yı Ankara istasyonunda karşılarken…5 Nisan 1926

Bursa’da Darülelhan (İstanbul Belediye Konservatuarı) topluluğunun verdiği konserden sonra bir genç kızla… 29 Mayıs 1926

Mareşal Mustafa Kemal, Ankara yakınlarındaki I. Ordu manevralarında… 8 Ekim 1926

Gazi Mustafa Kemal, Ertuğrul yatında dinlenirken…1 Temmuz 1927

Gazi Mustafa Kemal, Büyük Nutkuna başlarken… 15 – 20 Ekim 1927

Cumhuriyet Halk Partisinin ikinci büyük kongresinde Büyük Nutkunu okurken…16 Ekim 1927

Gazi Mustafa Kemal, Şeref Tribününden töreni kabul ediyor. Yanında T.B.M.M. Başkanı Kâzım Özalp ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak… 29 Ekim 1927

Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati ile Ankara Okullarının jimnastik gösterilerini seyrederken…  10 Mayıs 1928

Gazi Mustafa Kemal, Orman Çiftliği’nin 3 ncü kuruluş yıldönümünde Afgan Kralı Amanullah Han ve Eşi ile… 21 Mayıs 1928

Afgan kralı Amanullah Han’la Başbakan İnönü’nün tenis oynayışlarını seyrederken… 24 Mayıs 1928

Afgan kralı Amanullah Han’la… Mayıs 1928

T.B.M.M. Başkanı Kâzım Özalp ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’yla İzmit Garı’nda trende…  5 Haziran 1928

II. Süvari Tümen Komutanı Tümgeneral M. Aşir Atlı ve İzmit İl Jandarma Alay Komutanı Alb. H. Fikri Tolon tarafından İzmit’te karşılanırken… 5 Haziran 1928

L’illustration dergisinin 13 Ekim 1928 tarihli sayısının kapağında Başöğretmen Atatürk’ün yeni Türk harflerini tanıtan bu fotoğrafı yer almıştır…

Kayseri Cumhuriyet Halk Fıkrası (Partisi) binası önünde kara tahta başında Başbakan İnönü’yle yeni Türk harflerini tanıtırken…20 Eylül 1928

Ankara Palas’ta verilen bir çocuk balosunda çok sevdiği Türk çocukları arasında. Atatürk’ün solundaki çocuk Ömer İnönü’dür… 23 Nisan 1929

Gazi Mustafa Kemal Çiftlik’te… 14 Temmuz 1929

Cumhuriyet Bayramı’nda şeref tribününde.Yanında T.B.M.M. Başkanı Kâzım Özalp, Başbakan İsmet İnönü ve Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak görülmekte. ..29 Ekim 1929

Ankara Palas’ta kostümlü Cumhuriyet Balosu’nda… 29 Ekim 1929

Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ın kızının nişan töreninde… 20 Aralık 1929

Gazi Mustafa Kemal Prof. Afet İnan’ın “Kadın Hakları” üzerine verdiği konferansta… 3 Nisan 1930

Yalova İskelesinde… 15 Haziran 1930

29 Ekim 1930

Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal T.B.M.M.’de konuşurken… Kasım 1930

Kayseri Lisesi öğrencileri arasında… 18 Kasım 1930

Yurt gezilerinde, Tokat’ta bir köylü vatandaşın derdini dinlerken… 21 Kasım 1930

Kuzeydoğu Anadolu gezisinde Amasya’da vatandaşlarla… 22 Kasım 1930

Gazi Mustafa Kemal, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Yaver Rusuhi ile Samsun’da… 25 Kasım 1930

Samsun Lisesinde öğrencilerle ders dinlerken… 26 Kasım 1930

Gazi Mustafa Kemal, Samsun’da bir ortaokulun Coğrafya dersinde… 26 Kasım 1930

Gazi Mustafa Kemal, Harp Okulunda öğrencilerle, İstanbul. ..2 Aralık 1930

Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Üniversitesinde öğrencilerle ders dinlerken…5 Aralık 1930

Edirne Öğretmen Okulu öğretmen ve öğrencileriyle… 24 Aralık 1930

Edirne’de ihtiyar bir kadını dinlerken. 25 Aralık 1930

Gazi Mustafa Kemal, İzmir Türkocağı’nda Çayda…Sağında: Fahrettin Altay Paşa, Solunda: Kâzım Dirik    2 Şubat 1931

Dörtyol gezisinde bir çocuğu severken… 15 Şubat 1931

Çankaya Köşkü’nde yemek yerken… 11 Mayıs 1931

Çiftliğin kuruluş yıldönümünde Çiftlik’te ayran içerken… Mayıs 1931

Irak Kralı Faysal’la Çankaya Köşkü’nde… 6 Temmuz 1931

Genelkurmay ve Milli Savunma Bakanlığı binasının hizmete açılmış töreninde… 29 Ekim 1931

I. Türk Tarih Kongresi çalışmalarını Ankara Halkevi’nde locasından izlerken… 2 Temmuz 1932

Ankara Halkevi’nde (günümüzde Devlet Resim ve Heykel Müzesi) düzenlenen Türk Tarih Kongresi’nde Dr. Reşit Galip’in bildirisini dinlerken… 3 Temmuz 1932

Yalova Baltacı Çiftliği’nde dinlenirken… 17 Temmuz 1932

Türk Dil Kurumu toplantısına başkanlık ederken… 4 Ocak 1933

Sınavdan sonra Ankara İsmet Paşa Kız Enstitüsü öğrencileriyle… 27 Haziran 1933

Gazi Mustafa Kemal, 10 ncu Yıl Nutkunu söylerken… 29 Ekim 1933

1934’te tren  yolculuğu…

Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet’i  emanet ettiği Türk gençlerinin arasında… 1934

İran Şahı Rıza Pehlevi ile Çankaya Köşkü’nde… 16 Haziran 1934

Ankara’da bir tören dinlenme anında… 17 Haziran 1934

İran Şahı Rıza Pehlevi ile Bornova Ziraat Okulu’ndan çıkarken… 22 Haziran 1934

Manevi kızlarından Prof. Âfet İnan’la Gazi Orman Çiftliği’nde dinlenirken… 1934

İsveç Veliahtı Prens Gustav Adolf Ankara’da… 3 Ekim 1934

Soyadı Kanunu’ndan sonra düzenlenen Atatürk’ün Nüfus  Hüviyet Cüzdanı…  24 Kasım 1934

İstanbul seyahatinde trende İsmet İnönü ve Afet İnan’la…  22 Eylül 1936

İstanbul Metris’te Harp Akademilerinin düzenlendiği askeri tatbikatta… 28 Mayıs 1936

Atatürk, Sabiha Gökçen ile…

Manevi kızı pilot Sabiha Gökçen’le Eskişehir Hava Okulu’nda… 9 Haziran 1936

Atatürk askeri tatbikatta… 1936

Ankara’da Gazi Orman Çiftliği Tren İstasyonu’nda çiçekle karşılanışı… 15 Haziran 1936

Başbakan İsmet İnönü Türk Hava Yolları uçağının yanında Atatürk ile beraber… 18 Haziran 1936

Mustafa Kemal Atatürk, Salih Bozok ile Florya’da… 1936

Ertuğrul yatında İsmet İnönü ile… 1936

Bir yemek sonrası… 1936

İngiltere Kralı VII. Edvard’la İstanbul’u gezerken… 4 Eylül 1936



Cumhuriyet Bayramı tebriklerini kabul için T.B.M.M.’ne gelişinde Başbakan İnönü ve Mareşal Fevzi    Çakmak tarafından karşılanışı… 29 Ekim 1936

Atatürk, 17 Ağustos 1937 günü Trakya manevralarında siperdeki Mehmetçik ile konuşurken…

Trakya manevralarında… 17 – 20 Ağustos 1937

Mustafa Kemal Atatürk, Trakya manevralarında komutanlarla… 17 – 20 Ağustos 1937

Mustafa Kemal Atatürk, Trakya manevralarında… 17 – 20 Ağustos 1937

Mustafa Kemal Atatürk, Trakya manevralarında…17 – 20 Ağustos 1937




Atatürk Trakya manevralarında Fevzi Çakmak ile… 17 – 20 Ağustos 1937

Atatürk ve Başbakan İnönü Trakya manevralarında… 17 – 20 Ağustos 1937

Atatürk Ege manevralarında…10 Ekim 1937






Ege manevralarında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’la dinlenirken…10 Ekim 1937

Cumhuriyet Bayramı tebriklerini kabul için T.B.M.M.’ne gelirken… 29 Ekim 1937

Atatürk Cumhuriyet Bayramı’nda şeref tribününde…29 Ekim 1937

Başbakan Celal Bayar ile birlikte Sivas’ta karşılanışı… 13 Kasım 1937

Atatürk’ün Malatya’ya gelişi ve karşılanışı… 14 Kasım 1937



Doğu Anadolu gezisinde Elazığ Garı’nda karşılanışı… 17 Kasım 1937

Atatürk yurt gezisinde… Kasım 1937

Mersin gezisinde karşılanışı. 19 Kasım 1937

Atatürk Çiftlik’te… Makbule Atadan, Ülkü, Afet İnan, Salih Bozok…  5 Mayıs 1938

Ankara Çubuk Barajı’nda gezintide… 7 Mayıs 1938

Bir tren seyahatinden sonra Ankara Garı’nda… 1938

Gençlik ve Spor Bayramı’nda Yugoslav harbiye Nazırı’nı kabul ederken… 19 Mayıs 1938

Atatürk’ün ölümüyle sarsılan halkın üzüntüsü…

Büyük Ata’sına son görevini yapmak üzere korteje katılan halk… 21 Kasım 1938

Atatürk’ün naşının Etnografya Müzesi’ndeki geçici kabrinden Anıtkabir’e nakledilmesi…  10 Kasım 1953.